Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
İran Şahı, Sultan IV. Murad Han’a bir çok hediyeler göndermişti. Bunlar arasında bir de yay bulunuyordu. Dünyada bir benzeri olmayan bu yay, son derece sertti ve ancak kuvvetli bir pehlivan bunu gerebilirdi. Padişah bu yayı ellerine alıp incelediler. Hediyeleri getiren İran elçisi sinsi sinsi gülüyordu:-Pek serttir efendim!..dedi.Fakat Murad Han’ın bakışlarını farkedince susmayı tercih etti. Yoksa kellesinden olacağını anladı. Padişah, çok kuvvetliydi. Fakat kendisi yayı kurmayı denemeden önce, başkalarını denemek istedi ve :-Bu yayı kim germek diler?…diye sordular. Kimsenin cevap vermesini beklemeden:-Sen gel!..diye nöbetçilerden birini çağırdı. Nöbetçi, genç bir Acemi Oğlanı idi. Mektebi yeni bitirmiş ve çok atak olduğu için, sarayda istihdam edilmişti. Fakat Kılıç ve Hançer kullanmakta mahirdi, yay kullanmamıştı. Yayı eline aldı ve derhal germek istedi…Bir…İki…Üç…Kuvvetinin yetemeyeceği bir an bile aklına gelmedi, fakat nafile…Heyecandan al al olup tere battı. Padişah bu “kılıç kıran” fedaiyi feda etmek istemedi:-Durr!. diye gürledi. Askerciğin kalbi neredeyse dura yazdı. Sıkılarak yayı bıraktı. Sultan Murad, kelimelerin üzerine basa basa şunları söyledi:
-Acem elçisi meğer gerçek konuşurmuş!…Yayları hakikaten sertmiş. Herhalde öz memleketlerinde onu kullanan er yok imiş ki, bize yollamışlar!…Gelecek Cuma öğle den sonra, saraydaki bütün okçular cem olsunlar…Bakalım bu sert yayı kim yumuşa ta…Elçi dahi hazır buluna!…Herkes, bilhassa elçi, yarışma gününü iple çekti. Cuma namazından sonra saraya ilk gelen de o oldu. Sinsi tebessümü dudaklarında gene yapışıktı. Herkes yerini aldıktan sonra Padişah da teşrif etti ve murassa tahtına oturdu. Şımarık ve kibirli elçiye karşı, bilhassa öyle yaptı. Yoksa tahta oturmayı pek sevmezdi. Topkapı sarayının en seçme babayiğitleri teker teker huzura gelip yayı germeyi denediler. Her biri üçer defa, son kuvvetlerini harcadılar. En son Yeniçeri de muvaffak olamadı. Yeryüzünde titretmedik yürek bırakmayan VI. Murad, bütün heybetiyle doğrulup ayağa kalktı. Seksenlik Şeyhülislam Yahya Efendi’ye baktı:-Hocam…dedi, şu Acem yayını kurmak, ya size, ya bize kaldı. İhtiyar Şeyhülislam tebessüm ediyordu. Padişah ilave etti:-Ve lâkin “Devlet-i Aliyye” topraklarında, bizden gayrı da er olsa gerek!..Elçi, sanki bir meydan muharebesi kazanmışçasına etrafı süzüyordu.Padişah ferman çıkardı:“Bu yayı Ağa Kapısına asasınız!..Dileyen Dilaverler deneye!..Kim ki kurarsa, Huzurumuza çıkarıla!…”Ferman derhal yerine getirildi. Acem Yayı Kışla, kapısına asıldı. Ferman da kapı üstüne asıldı. O günlerde, Saray Baltacıları arasına yeni alınan, deli fişek bir delikanlı vardı. Adı Hüseyin olan bu gence, bir seher vakti çavuşu:-Bre Hüseyin!.. Sen “Deli-Fişek” bir delikanlısın. Bu yayı germek sana zor mudur? Diye takıldı. Birlikte Ağa Kapısına vardılar. Çavuş yayı indirdi ve Deli Hüseyin’e verdi. “Bismillah…Yâ Allah…Yâ Sa’d bin Ebî Vakkas…” diyerek yayı gerince, “şrakk” diye kuruldu. Hüseyin hiç zorlanmamıştı. Çavuşun gözleri parladı. “Boşalt!” deyince de, “şrakkk” diye boşalttı.Bir daha…Bir daha…“Aferin Deli Hüseyin” diyen Çavuş, hemen Padişaha haber gönderdi. Biraz sonra…Babüssaade Ağası, Sultan IV.Murad’a kahvesini sunarken:-Fermanınız kapıda asılı kalmadı Sultanım. Yay kuruldu, Yeniçeri kurtuldu… deyince, Padişah:-Tiz gelsinler… buyurdu.Vakit kaybetmeden Deli Hüseyin’i huzura çıkardılar. Padişah:-Haydi yiğidim!… Allah kuvvet versin…dedi.Hüseyin, heyecanını yenmeye çalışarak yayı gerdi, boşalttı. Sonra tekrar…Sonra tekrar…
Sonra Cihan Padişahı sordu:
-Adın ne yiğit?
-Hüseyin.
-Nerelisin?
-Bursa, Yenişehir..
-Ey Hüseyin! Sendeki kuvvet, adını taşıdığın Hazret-i Hüseyin’in dedesinden geliyor.
-Sayenizde Sultanım!…
Padişah, sonra emretti:
-Tiz Acem elçisine, Lalamıza ve dahi Yahya Efendi Hazretlerine dahi haber salına. Gelmeleri elzemdir.
Padişah buyruğu bir saate kalmadan derhal yerine getirildi. Elçi çok korkmuştu. Merakla beklemeye başladı. Sonra Veziriazam yetişti. O da endişeliydi. En sonra Padişah, çok sevdiği ve “Baba” diye hitabettiği Şeyhülislam Yahya Efendi ile birlikte geldiler. Hiç kimse oturmadan seslendi:
-Ey Hüseyin!…
-Buyur Sultanım.
-Çek Besmeleyi!…
-Bismillahirrahmanirrahim…Yâ Allah…Yâ Sa’d bin Ebî Vakkas…Elçinin gözleri faltaşı gibi açıldı. O pis ve sinsi gülüşü kayboldu. Zaten Hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkas “radıyallaü anh”ın adını duyunca pek bozuldu. Çünkü İslam orduları baş kumandanı, O mübarek zat idi.
Elçi:
-Sübhanallah…Hayret!…Sübhanallah!…diye söylenmeye başladı.
Veziriazam Tayyar Mehmed Paşa:
-Allahüekber…Allahüekber…diye tekbir getirdi.
Daha sonra Sultan Murad Han, Deli Hüseyin’i yanlarına çağırarak:
-Bir an dahi huzurumuzdan ayrılmayasın!…buyurdu.
Sultan IV. Murad Han’ın hassa askeri olan Deli Hüseyin, daha sonra Sultan İbrahim zamanında Kaptan-ı Deryalığa tayin edildi ve Karadeniz’de Rus Kazaklarını mağlup ederek Osmanlı sahillerini emniyet altına aldı. Daha sonra Girit’e Serdar tayin edilerek, uzun süren Girit savaşlarını sona erdirdi.Yavuz Bahadıroğlu da “Tarihimizden Yaşanmış Öyküler” adlı kitabında bu olayı şöyle aktarmaktadır: Sultan IV. Murad , çelik yürekli olduğu kadar demir bilekli bir padişahtı. Koca bir boğayı kucaklayıp kaldırır , beheri 150 okka gelen güllelerle sabah jimnastiği yapardı. Hayli şişman olan silahtarı Musa Paşa’yı kemerinden kaldırıp has odayı dolaştırdığı meşhurdur.
Bir gün , İran Şahından bir yay geldi. İran Elçisi diğer hediyelerle birlikte yayı da padişaha takdim etti :
“Hünkarım , bu yay hususi surette yapılmıştır. Memleketimin pehlivanları o kadar kuvvetlidir ki yayı kurup çözebilirler. Şahım sorar : ‘Acaba Osmanlı mülkünde de böyle koluna kuvvetli pehlivanlar var mıdır?’”
Sultan Murad , İran Şahının niyetini anlamıştı.gözdağı vermek istiyordu. Bu yayı kurup çözecek kimse çıkmazsa gönlünce alay edecek , “Koskoca Osmanlı mülkünde yayımı kuracak yiğit çıkmadı !” diye böbürlenecekti.
Şimşeklenen gözlerini İran Elçisine çevirince elçi , korkuyla ürperdi :
“Elçiye zeval olmaz , hünkarım…” diye adeta inledi , “bendeniz , şahın sözlerini nakletmekteyim.”
“Korkmanıza sebep yok , elçi… biz Acem Şahı değiliz ki elçiye zeval edelim. Var , rahatına bak. Çağırıldığında gelir, yayın nasıl kurulup çözüldüğünü elbet gözlerinle görürsün !”
Elçi huzuru terk edince Sultan Murad , vezirlerine döndü :“Göreyim sizi şanlı vezirlerim ; Acem Şahının yayını kurun.”
Denediler, fakat başaramadılar. Yay çok sertti ; bunu kurmak için fil kuvveti lazımdı.
Padişah el çırpıp “halvet” istedikten sonra Yeniçeri Ağasına ,
“Kal Ağa ;” dedi , “görüşeceklerimiz bitmedi.”
Baş başa kalmışlardı. Padişah yayı göstererek,
“Zorlu bir şeye benziyor.” Diye konuştu , “Yeniçeri kullar arasında bileği de yüreği kadar zorlu yiğitler elbette vardır. Gözüne kestirdiklerini seçip bir denemeden geçir. Yayı kurdur ki Acem Şahına karşı zebun olmayalım.”
“Ferman hünkarımındır!”
Yayı alıp çıktı. gücü kuvveti yerinde yeniçerilere , sipahilere haber saldı. Fakat hiçbiri yayı kurmayı başaramadı. Düşünceli düşünceli yayı ocağın üstüne atıı. Yemeğe çıktı.
O sırada odaya Deli Hüseyin isimli iç oğlanı girdi. On sekizinde , gürbüz bir civandı. Ocağa odun getirmişti. Yayı görünce pek sevdi. Gerçekten çok güzel bir görünüşü vardı. Dayanamayıp aldı. Bir hamlede kurdu. Sonra boşalttı, bir daha kurdu. Ayak sesleri duyunca korktu. Yayın kurulu olduğunu unutup yerine astı ve odadan çıktı.
Yemekten dönen Yeniçeri Ağası , yayın kurulu olduğunu görünce çok şaşırdı.
“FesuphanALLAH!..” diye mırıldandı , “Yayı kim kurmuş olabilir?”
Kethüdasına seslendi. Kethüda girer girmez ,
“Bu yayı kimin kurcaladığını öğren!” diye emretti.
“Az önce Deli Hüseyin odun getirmişti , Ağa baba… başka kimsecikler odaya girmedi.”
“Deli Hüseyin kimse çağır gelsin!”
Deli Hüseyin’i getirdiler. Korkudan rengi atmıştı, bacakları titriyordu.“Deli Hüseyin sen misin tüysüz?..”Titrek sesiyle cevap vermeye çalıştı:
“Beli , Ağa Baba, bendenizim.”
“Şu yayı da sen mi kurdun?”
Yüzünün sarılığı arttı. Dudakları ağlamaklı büzüldü. Fakat yalan söylemeye alışkın değildi :
“Beli Ağa Baba, kusurumu affet!”
“Ne kusuru bre çocuk!..” diye neşelendi Ağa, “Sen olmadık bir iş yapmışsın ki bunun sonunda sarayın yolu açılır. Yapış şu yaya bakalım, bir daha çöz ve kur.”
Deli Hüseyin , istemeye istemeye yayı aldı. Hala korkuyor, ne olacağını kestiremiyordu. Yayı çözdü, ardından tekrar kurdu.
Yeniçeri Ağası , Deli Hüseyin’i alnından öptü ; koluna yapıştığı gibi saraya götürdü , Padişah’ın huzuruna çıkardı :
“Acem Şahının yayını kolaylıkla kurup çözecek yiğidi buldum , şevketlü Hünkarım…”
Sultan Murad, delikanlıyı derinden süzdü. Biraz şaşkın,
“ Bu oğlancık mı?” diye sordu.
“Beli Hünkarım… emredin, hünerini göstersin.”
“Göstersin bakalım.”
Deli Hüseyin yayı aldı, “Bismillah!” deyip kirişe asıldı. Kurdu, çözdü ; kurdu, çözdü.
Sultan Murad gözlerine inanamıyor , Deli Hüseyin’i kucaklamamak için kendisini zor tutuyordu.
“berhüdar ol!” dedi, “Analar ne aslanlar doğuruyor! Ağa, tiz haber sal, bütün vezirlerimiz ve Acem Elçisi huzura alınsın.”
Biraz sonra herkes huzurdaydı. Padişah, İran Elçisine bakıyordu :
“Elçi , Şah’ın bize gönderdiği yay çok hoşumuza gitti. Lakin yoklayınca fazla yumuşak bulduk. Doğrusu , Acem pehlivanlarının bu yayı kurup çözmekle nasıl övünebildiklerine şaştık! O işi bizim iç oğlanları da yapar.”
İran Elçisi şaşkınlıktan neredeyse devrilecekti:
“Aman, şevketli Sultanım , bu mümkün değil!”
“Şimdi görürsün mümkün olup olmadığını!.. şurdan bir iç oğlanı çağırın!”
Hemen Deli Hüseyin’i huzura aldılar. Sultan Murad, Deli Hüseyin’e döndü:
“Al şu yayı, kur çöz ki şanın söylensin.”
Deli Hüseyin kolaylıkla yayı kurdu, çözdü. Son defa bütün kuvvetiyle kirişi çekince yay ortadan ikiye bölündü. Götürdü , parçaları Elçinin önüne bıraktı:
“Bu yay fazla çürükmüş , elçi…” dedi , “Acem Şahı , Osmanlı’yı sınamak isterse daha sertini , daha sağlamını göndersin.”
İran Elçisi başı önünde huzurdan çıkarken Padişah , Deli Hüseyin’i alnından öpüyor , onun yeniçeri ocağına yazılmasını emrediyordu.
Yayına göre bilek , işine göre adam , o gün için de bu gün için de en büyük ihtiyacımızdır.
Tarih: 2016-06-10 16:26:28 Kategori: Tarih
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Deli Hüseyin Paşa ve İran Şahının Yayı Nedir
-Acem elçisi meğer gerçek konuşurmuş!…Yayları hakikaten sertmiş. Herhalde öz memleketlerinde onu kullanan er yok imiş ki, bize yollamışlar!…Gelecek Cuma öğle den sonra, saraydaki bütün okçular cem olsunlar…Bakalım bu sert yayı kim yumuşa ta…Elçi dahi hazır buluna!…Herkes, bilhassa elçi, yarışma gününü iple çekti. Cuma namazından sonra saraya ilk gelen de o oldu. Sinsi tebessümü dudaklarında gene yapışıktı. Herkes yerini aldıktan sonra Padişah da teşrif etti ve murassa tahtına oturdu. Şımarık ve kibirli elçiye karşı, bilhassa öyle yaptı. Yoksa tahta oturmayı pek sevmezdi. Topkapı sarayının en seçme babayiğitleri teker teker huzura gelip yayı germeyi denediler. Her biri üçer defa, son kuvvetlerini harcadılar. En son Yeniçeri de muvaffak olamadı. Yeryüzünde titretmedik yürek bırakmayan VI. Murad, bütün heybetiyle doğrulup ayağa kalktı. Seksenlik Şeyhülislam Yahya Efendi’ye baktı:-Hocam…dedi, şu Acem yayını kurmak, ya size, ya bize kaldı. İhtiyar Şeyhülislam tebessüm ediyordu. Padişah ilave etti:-Ve lâkin “Devlet-i Aliyye” topraklarında, bizden gayrı da er olsa gerek!..Elçi, sanki bir meydan muharebesi kazanmışçasına etrafı süzüyordu.Padişah ferman çıkardı:“Bu yayı Ağa Kapısına asasınız!..Dileyen Dilaverler deneye!..Kim ki kurarsa, Huzurumuza çıkarıla!…”Ferman derhal yerine getirildi. Acem Yayı Kışla, kapısına asıldı. Ferman da kapı üstüne asıldı. O günlerde, Saray Baltacıları arasına yeni alınan, deli fişek bir delikanlı vardı. Adı Hüseyin olan bu gence, bir seher vakti çavuşu:-Bre Hüseyin!.. Sen “Deli-Fişek” bir delikanlısın. Bu yayı germek sana zor mudur? Diye takıldı. Birlikte Ağa Kapısına vardılar. Çavuş yayı indirdi ve Deli Hüseyin’e verdi. “Bismillah…Yâ Allah…Yâ Sa’d bin Ebî Vakkas…” diyerek yayı gerince, “şrakk” diye kuruldu. Hüseyin hiç zorlanmamıştı. Çavuşun gözleri parladı. “Boşalt!” deyince de, “şrakkk” diye boşalttı.Bir daha…Bir daha…“Aferin Deli Hüseyin” diyen Çavuş, hemen Padişaha haber gönderdi. Biraz sonra…Babüssaade Ağası, Sultan IV.Murad’a kahvesini sunarken:-Fermanınız kapıda asılı kalmadı Sultanım. Yay kuruldu, Yeniçeri kurtuldu… deyince, Padişah:-Tiz gelsinler… buyurdu.Vakit kaybetmeden Deli Hüseyin’i huzura çıkardılar. Padişah:-Haydi yiğidim!… Allah kuvvet versin…dedi.Hüseyin, heyecanını yenmeye çalışarak yayı gerdi, boşalttı. Sonra tekrar…Sonra tekrar…
Sonra Cihan Padişahı sordu:
-Adın ne yiğit?
-Hüseyin.
-Nerelisin?
-Bursa, Yenişehir..
-Ey Hüseyin! Sendeki kuvvet, adını taşıdığın Hazret-i Hüseyin’in dedesinden geliyor.
-Sayenizde Sultanım!…
Padişah, sonra emretti:
-Tiz Acem elçisine, Lalamıza ve dahi Yahya Efendi Hazretlerine dahi haber salına. Gelmeleri elzemdir.
Padişah buyruğu bir saate kalmadan derhal yerine getirildi. Elçi çok korkmuştu. Merakla beklemeye başladı. Sonra Veziriazam yetişti. O da endişeliydi. En sonra Padişah, çok sevdiği ve “Baba” diye hitabettiği Şeyhülislam Yahya Efendi ile birlikte geldiler. Hiç kimse oturmadan seslendi:
-Ey Hüseyin!…
-Buyur Sultanım.
-Çek Besmeleyi!…
-Bismillahirrahmanirrahim…Yâ Allah…Yâ Sa’d bin Ebî Vakkas…Elçinin gözleri faltaşı gibi açıldı. O pis ve sinsi gülüşü kayboldu. Zaten Hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkas “radıyallaü anh”ın adını duyunca pek bozuldu. Çünkü İslam orduları baş kumandanı, O mübarek zat idi.
Elçi:
-Sübhanallah…Hayret!…Sübhanallah!…diye söylenmeye başladı.
Veziriazam Tayyar Mehmed Paşa:
-Allahüekber…Allahüekber…diye tekbir getirdi.
Daha sonra Sultan Murad Han, Deli Hüseyin’i yanlarına çağırarak:
-Bir an dahi huzurumuzdan ayrılmayasın!…buyurdu.
Sultan IV. Murad Han’ın hassa askeri olan Deli Hüseyin, daha sonra Sultan İbrahim zamanında Kaptan-ı Deryalığa tayin edildi ve Karadeniz’de Rus Kazaklarını mağlup ederek Osmanlı sahillerini emniyet altına aldı. Daha sonra Girit’e Serdar tayin edilerek, uzun süren Girit savaşlarını sona erdirdi.Yavuz Bahadıroğlu da “Tarihimizden Yaşanmış Öyküler” adlı kitabında bu olayı şöyle aktarmaktadır: Sultan IV. Murad , çelik yürekli olduğu kadar demir bilekli bir padişahtı. Koca bir boğayı kucaklayıp kaldırır , beheri 150 okka gelen güllelerle sabah jimnastiği yapardı. Hayli şişman olan silahtarı Musa Paşa’yı kemerinden kaldırıp has odayı dolaştırdığı meşhurdur.
Bir gün , İran Şahından bir yay geldi. İran Elçisi diğer hediyelerle birlikte yayı da padişaha takdim etti :
“Hünkarım , bu yay hususi surette yapılmıştır. Memleketimin pehlivanları o kadar kuvvetlidir ki yayı kurup çözebilirler. Şahım sorar : ‘Acaba Osmanlı mülkünde de böyle koluna kuvvetli pehlivanlar var mıdır?’”
Sultan Murad , İran Şahının niyetini anlamıştı.gözdağı vermek istiyordu. Bu yayı kurup çözecek kimse çıkmazsa gönlünce alay edecek , “Koskoca Osmanlı mülkünde yayımı kuracak yiğit çıkmadı !” diye böbürlenecekti.
Şimşeklenen gözlerini İran Elçisine çevirince elçi , korkuyla ürperdi :
“Elçiye zeval olmaz , hünkarım…” diye adeta inledi , “bendeniz , şahın sözlerini nakletmekteyim.”
“Korkmanıza sebep yok , elçi… biz Acem Şahı değiliz ki elçiye zeval edelim. Var , rahatına bak. Çağırıldığında gelir, yayın nasıl kurulup çözüldüğünü elbet gözlerinle görürsün !”
Elçi huzuru terk edince Sultan Murad , vezirlerine döndü :“Göreyim sizi şanlı vezirlerim ; Acem Şahının yayını kurun.”
Denediler, fakat başaramadılar. Yay çok sertti ; bunu kurmak için fil kuvveti lazımdı.
Padişah el çırpıp “halvet” istedikten sonra Yeniçeri Ağasına ,
“Kal Ağa ;” dedi , “görüşeceklerimiz bitmedi.”
Baş başa kalmışlardı. Padişah yayı göstererek,
“Zorlu bir şeye benziyor.” Diye konuştu , “Yeniçeri kullar arasında bileği de yüreği kadar zorlu yiğitler elbette vardır. Gözüne kestirdiklerini seçip bir denemeden geçir. Yayı kurdur ki Acem Şahına karşı zebun olmayalım.”
“Ferman hünkarımındır!”
Yayı alıp çıktı. gücü kuvveti yerinde yeniçerilere , sipahilere haber saldı. Fakat hiçbiri yayı kurmayı başaramadı. Düşünceli düşünceli yayı ocağın üstüne atıı. Yemeğe çıktı.
O sırada odaya Deli Hüseyin isimli iç oğlanı girdi. On sekizinde , gürbüz bir civandı. Ocağa odun getirmişti. Yayı görünce pek sevdi. Gerçekten çok güzel bir görünüşü vardı. Dayanamayıp aldı. Bir hamlede kurdu. Sonra boşalttı, bir daha kurdu. Ayak sesleri duyunca korktu. Yayın kurulu olduğunu unutup yerine astı ve odadan çıktı.
Yemekten dönen Yeniçeri Ağası , yayın kurulu olduğunu görünce çok şaşırdı.
“FesuphanALLAH!..” diye mırıldandı , “Yayı kim kurmuş olabilir?”
Kethüdasına seslendi. Kethüda girer girmez ,
“Bu yayı kimin kurcaladığını öğren!” diye emretti.
“Az önce Deli Hüseyin odun getirmişti , Ağa baba… başka kimsecikler odaya girmedi.”
“Deli Hüseyin kimse çağır gelsin!”
Deli Hüseyin’i getirdiler. Korkudan rengi atmıştı, bacakları titriyordu.“Deli Hüseyin sen misin tüysüz?..”Titrek sesiyle cevap vermeye çalıştı:
“Beli , Ağa Baba, bendenizim.”
“Şu yayı da sen mi kurdun?”
Yüzünün sarılığı arttı. Dudakları ağlamaklı büzüldü. Fakat yalan söylemeye alışkın değildi :
“Beli Ağa Baba, kusurumu affet!”
“Ne kusuru bre çocuk!..” diye neşelendi Ağa, “Sen olmadık bir iş yapmışsın ki bunun sonunda sarayın yolu açılır. Yapış şu yaya bakalım, bir daha çöz ve kur.”
Deli Hüseyin , istemeye istemeye yayı aldı. Hala korkuyor, ne olacağını kestiremiyordu. Yayı çözdü, ardından tekrar kurdu.
Yeniçeri Ağası , Deli Hüseyin’i alnından öptü ; koluna yapıştığı gibi saraya götürdü , Padişah’ın huzuruna çıkardı :
“Acem Şahının yayını kolaylıkla kurup çözecek yiğidi buldum , şevketlü Hünkarım…”
Sultan Murad, delikanlıyı derinden süzdü. Biraz şaşkın,
“ Bu oğlancık mı?” diye sordu.
“Beli Hünkarım… emredin, hünerini göstersin.”
“Göstersin bakalım.”
Deli Hüseyin yayı aldı, “Bismillah!” deyip kirişe asıldı. Kurdu, çözdü ; kurdu, çözdü.
Sultan Murad gözlerine inanamıyor , Deli Hüseyin’i kucaklamamak için kendisini zor tutuyordu.
“berhüdar ol!” dedi, “Analar ne aslanlar doğuruyor! Ağa, tiz haber sal, bütün vezirlerimiz ve Acem Elçisi huzura alınsın.”
Biraz sonra herkes huzurdaydı. Padişah, İran Elçisine bakıyordu :
“Elçi , Şah’ın bize gönderdiği yay çok hoşumuza gitti. Lakin yoklayınca fazla yumuşak bulduk. Doğrusu , Acem pehlivanlarının bu yayı kurup çözmekle nasıl övünebildiklerine şaştık! O işi bizim iç oğlanları da yapar.”
İran Elçisi şaşkınlıktan neredeyse devrilecekti:
“Aman, şevketli Sultanım , bu mümkün değil!”
“Şimdi görürsün mümkün olup olmadığını!.. şurdan bir iç oğlanı çağırın!”
Hemen Deli Hüseyin’i huzura aldılar. Sultan Murad, Deli Hüseyin’e döndü:
“Al şu yayı, kur çöz ki şanın söylensin.”
Deli Hüseyin kolaylıkla yayı kurdu, çözdü. Son defa bütün kuvvetiyle kirişi çekince yay ortadan ikiye bölündü. Götürdü , parçaları Elçinin önüne bıraktı:
“Bu yay fazla çürükmüş , elçi…” dedi , “Acem Şahı , Osmanlı’yı sınamak isterse daha sertini , daha sağlamını göndersin.”
İran Elçisi başı önünde huzurdan çıkarken Padişah , Deli Hüseyin’i alnından öpüyor , onun yeniçeri ocağına yazılmasını emrediyordu.
Yayına göre bilek , işine göre adam , o gün için de bu gün için de en büyük ihtiyacımızdır.
Tarih: 2016-06-10 16:26:28 Kategori: Tarih
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx